İlaçlama ve Müdahale Yapmadan Arıcılık

Arıcılık konusunda araştırma devam ettikçe gönlüme yakın presipler ve düşünceler de ortaya çıkıyor. İngilizce şu sitede ilaçlama ve müdahele yapılmadan sürdürülecek arıcılık hakkında bir tanımlama yapılmış. Ayrıca Beesource forumlarında da konu ile ilgili bir bölüm var.

İlaçlama ve müdahele yapmadan sürdürülecek arıcılık doğal seleksiyona dayanıyor. Sağlıklı, bağışıklık sistemi güçlü ve genetiği kuvvetli bir ekotip elde edebilmek birincil amaç. Tabii ki doğal seleksiyon beraberinde hem hayatta kalan hemde yok olan koloniler demek. Yani koloni kayıpları ilk başlarda çok fazla olabilir.

Varre kovanlarla arıcılık yapan David Heaf ve Langstroth kovanlarla arıcılık yapan Michael Bush bu sistemin öncülerinden.

Ben aşağıdaki yazıyı yazdım. Bu felsefe organik arıcılığın bir adım ötesinde. Yazımı okuyup ne düşündüğünüzü belirtin. Biraz tartışalım bakalım ortaya ne çıkacak?

Bugün hangi ticari ürün yetiştirme tekniğine bakarsanız bakın, muhakkak pek çok müdahele, ilaçlama ve üretimi arttırma tekniği vardır. Ama ilaçlarken aslında ne olur, doğaya nasıl zarar gelir, eko sistem nasıl bozulur hiç düşünmeyiz. Arıcılıkta da durum aynı.

Arı kolonisi sadece bir grup arının beraber yaşadığı bir eko sistem değildir. Gözle görülen canlılar dışında mikroskopik pek çok canlı da bu eko sistemin önemli bir parçasıdır. Kovan eko sisteminde 8000’i geçen bakteri ve organizma, 30 farklı çeşit asalak, bazı küçük böcekler, çok çeşitli mantar ve maya bakterileri simbiyotik bir alış veriş içinde yaşarlar. Birisi olmadan diğeri hayatını sürdürümez.

Her türlü ilaçlama ve müdahele bu eko sistemin varlığını hiçe saydığı gibi kovan içi dengeleri de alt üst eder. Bir sürü mikroorganizma bu ilaçlamalar sırasında ortadan kalkar. Örneğin toplanan polen nektar ile birleştirilip arı ekmeği haline getirilir. Karışım maya bakterileri tarafından fermante edilerek arıların sindirebileceği hale gelir. İçindeki vitamin ve mineralleri, amino asitleri ve yağları arının sindirebileceği hale dönüştürür. Kovana girecek antibiyotik ve diğer ilaçlar bu maya bakterilerini de ortadan kaldırır. Arı ekmeği gibi koloninin başlıca besin kaynağı olan bir ürünün tam olarak sindirilememesine neden olur. Larvaların baş besini olan arı ekmeği yetersiz fermante olduğu için sindirilemez ve açlık baş gösterir.

Koloni ile beraber yaşayan diğer mikro-organizmalar çok hassas bir asidite seviyesinde yaşarlar. Nasıl kovan içi atmosferinin belli bir ısısı ve nemi varsa, kovandaki balmumu, bal, polen ve propolisinde belli bir asiditesi vardır. Yapılacak oksalit ve formik asit uygulaması bu asidite seviyesini değiştirir. Asidite değişince belli mikroorganizmalarda artık hayatını sürdüremez. Başka organizmalar ve bunlar belki de patojenik olanları, bu boşluğu doldurur. Koloninin eko sistemi ve simbiyotik dengeleri bozulur.

Tabiatın patojenik bakterileri engelleme metodu asiditeyi arttırmaktır. Örneğin karıncalar ve yer altında yaşayan pek çok böcek asiditeyi arttıracak yöntemler bularak yiyeceklerinin bozulmamasını sağlarlar. Asidik ortamlarda genelde yararlı bakteriler yaşar. Örneğin ekmek mayası, sirke mayası ve peynir kültürleri. Eğer asidik skaladan alkali skalaya doğru ilerlerseniz eko sistemde var olan bakteriler de değişir. Alkali ortamlarda genelde patojenik yani hastalık sebebi olan bakteriler çoğunluktadır. Arı kolonisi ve üzerinde yaşadığı petekler de asidiktir. Bal, balmumu ve propolis asidik maddeler olduğu için zaten patojenik bakteri gelişimini engelleyici özellikleri vardır. Ama ilaçlar ile bu asidite düşürülüp alkali seviyelere getirilirse problemler çıkması kaçınılmaz.

Nosema, avrupa ve amerikan yavru çürüklüğü gibi hastalıklarla başa çıkmak için kullanılan antibiyotikler de geniş spektrumlu oldukları için kovanda ne var ne yok öldürdüğü gibi asiditeyi de alkali seviyelere çeker.

Kovana giren organik asitler, mentollü esans yağları, antibiyotikler ve ilaçlar da bu ekosistemi temelinden sarsar. Pudra şekerini arıların üstüne serperek düşen varroaları saymak bile belli bir müdahale olduğu için tercih edilmez. Unutmayın siz varroa sayısını azalttıkça onlarda üremek için daha istekli olacaklardır.

Varroa için kullanılan Coumaphos aslında bir böcek ilacıdır. Arının üzerine yapışan başka bir böceği öldürmek amaçlı yapılmıştır. Arı da bir böcek olduğu için bu ilaçtan oldukça fazla zarar görür. Bununla bitse iyi. Coumaphos yağda çözülebilme özelliği ile bal mumunda kalıntısal olarak birikir. Balmumu Coumaphos’u bir sünger gibi emer. Yapılan araştırmalarda hem ana arının sağlığını ve yumurtlamasını hemde erkek arıların çiftleşmesini ve sağlığını etkilediği kanıtlanmıştır. İşçi arıları da bir o kadar etkiliyor bu “böcek ilacı”. Ayrıca Coumaphos ile diğer yararlı organizmalarda ortadan kalkıyor.

Kovana uygulanan her türlü tedavi bu majestik eko sistemi kökünden sarsacaktır. Doğal yöntemlerle arı bakmak bu yüzden önemlidir. Ayrıca her tedavi yöntemi kovanda kalıntısal olarak barınır ve zaman içinde dozajı oldukça artarak arıları öldürecek seviyelere gelir.

İlaçlama yapmadan bakılacak arılar kendi bağışıklık mekanizmalarını oluşturacağı için gelecek açısından daha verimlidir. Tabii ki arada bazı koloni kayıpları olacaktır fakat hayatta kalan kolonilerin çiftleşmesi ile daha kuvvetli, kendi kendine yeten koloniler ortaya çıkacaktır. Geçiş Süreci başlığı altında ticari bir arıcılık firması için bu geçişin nasıl olacağını anlattım.

İlaçlama ile doğal döngülere çomak soktuğumuz gibi, varroa gibi bir zararlının da bu ilaçlama yöntemlerine bağışıklık kazanmasına yol açıyoruz, çünkü antibiyotikler ve ilaçlamalar %100 etki göstermiyor veya kullanım talimatlarına göre kullanılmıyor ve tüm varroa popülasyonunu ortadan kaldırmıyor, kaldıramaz. Yani bu demek oluyor ki varroa yerine süper-varroa yetiştirmiş oluyoruz. Ayrıca ilaçlama ile bağışıklık sistemi alt üst olmuş bir arı elde ediyoruz.

Süper VarroaGüçsüz arı

Varroa gibi asalaklardan tam anlamıyla kurtulmak söz konusu değil. Ancak belli bir denge sağlanabilir. Bu denge meselesi pek çok arıcıya ters gelen bir kavram. Kovan içi eko sisteminde dengeli olarak varolabilen varroa yapıştığı arıyı öldürmez. Ama varroayı öldürmek için yapılan ilaçlama varroanın daha fazla üremesine yol açar. Doğada her canlı bu şekilde hareket eder. Hayatta kalma psikolojisinden dolayı varroa kendini adapte eder ve daha fazla ürer ve bu arada ilaçlamadan dolayı hayatta kalan varroalar çiftleştiği için hızlı bir şekilde ilaca bağışıklık kazanılır. İlaçlama yöntemlerine başvurmadan yapılan artizan arıcılığın temel sebeplerinden biri arıya eski gücünü yeniden kazandırabilmektir. İlaçlama ve müdahele kısır döngüsüne bir kere girildikten sonra artık o koloniden hayır gelmez. İlaç kalıntıları bala ve oradan da sofralarımıza kadar gelir.

Böcekle dolu olan bir kutuya böcek ilacı sıkar mıydınız. Kovan arılarla dolu bir kutu, arı bir böcek ve biz böcek ilacı sıkıyoruz. Yada tabağınıza yemekten evvel sheltoks sıksak nasıl olurdu. Kovan bizim için bir yiyecek kaynağıdır. Ürettiği baldan bizde yiyeceğiz. Siz bu balın üretildiği yere böcek ilacı sıkıyorsunuz. Pek mantığın alacağı bir şey değil bu ilaçlama.

Amacımız bağışıklık sistemi güçlü, kendi başına var olabilen, ilaçlama ve müdahele yöntemlerine ihtiyacı olmayan bir ekotip arı elde etmektir. Yoksa sürekli ilaç yiyen, kolunda serumla gezen, yaşayabilmek için bakıcılara ihtiyacı olan hasta bir koloni hiç kimsenin işine yaramaz. Sürdürülebilir olamaz.

En önemlisi de gelecekte yeni nesiller “madem farkındaydın neden bir şeyler yapmadın, bak biz balın tadını dahi bilmiyoruz” derlerse ben mezarımda ters dönerim.

Gürkan bey, paylaşımların için çok teşekkür ederim.
Bu anlattığınız türdeki koloniler ne zaman oluşaçak acaba?

gürkan kardeşim seni gönülden kutluyorum çok önemli bir konuyu yakalamışsın bende bu konu üzerinde sürekli düşünüyorum öyle bir hale geldiki ülkemiz doğrumu yanlış yanlışmı doğru belli değil arıcımız bugibi risklere asla girmez araştırmaz işine gelmez çünkü kaybetme lüksü yoktur doğruyu öğrenmek yerine kulaktan dolma bilgileri uygulamak kolayına gelir bırakın onu devlet politikasıdır uygulamadan kalkmış ilaçlar hala el altından satılır kusursuz işleyen doğaya insan sürekli müdahale eder ve sonuç ortada bindiği dalı keser varroa ile mücadelede kullanılan ilaçların birçoğu sakıncalı zaten ama arıcıyada yeterli eğitim verilmiyo verilsede arıcımızın biçoğunda o kapasite yok o yine bildiğini işler işimiz zor açıkçası saygılar…

Avustralyalıya varroa boşamak kolay.

Gürkan Bey,
süper bir yazı olmuş, kafamdaki pek çok soruya cevap buldum…Teşekkürler

Konuya uzak gibi görünse de aslında aynı düşünceyi anlatan;

SHUMEİ DOĞAL TARIM yani SHUMEİ Natural Agriculture

uygulamalarına bir göz atın derim.

Hasan Bey, bu kolonilerin oluşması herhalde bir 10 seneyi alır. 2 senede bir ana arıyı değiştirsek belki 5 senede olabilir. Zaman uzun gibi geliyor ama önümüzdeki 100, 200 seneyi ve arıcılığı düşünürsek çok da uzun değil. Kış hazırlığı için nektar toplayan arıların hiç bir zaman bu nektarı tadamayacak olması gibi bir şey. Önemli olan koloni, birey değil.

Kesin olan bir şey var ki birilerinin bu işi ele alması ve başlaması. Arıcılarımız değil ama, dediğiniz gibi kayıplar hat safhada olur. Belki bir üniversite veya sponsor kuruluş ile olabilir. (Tamam uçtum gene ben ;D)

Alpella aynı frekansda olduğumuza sevindim. Bazen deli gibi yazdığımı ve sadece kendimin okuduğunu düşünüyorum ;D. Benim gibi delilerin olduğunu bilmek güzel ;D

Halil Bey, hakkınız var, atıp tutuyorum buradan 8). Varroa yok ama geçen sene az daha geliyordu belki de geldi. Limanlardan birinde koteynerin arasında oğul gelmiş hemde varroa ile. Neyseki yakalyıp imha ettiler. Üniversiteler işe el attı. Liman çevrelerindeki hobi arıcılardan bir ekip kuruldu. Varroa kontrol polisimiz var artık. Sedat Beylerin başına gelenleri okuyordum az önce de. Varroa problemi büyük tabii ama ilaçlama ile acaba daha da büyütüyor muyuz.

Bu doğal direnç olayında hazır ana ile doğal yöntemle üretilmiş ana bu işin neresinde olabilir bir etkenmidir yooksa önemli değil midir?

Hakan Bey, bakıyorum Shumei olayına.

Göksel bey, beesource forumlarında okuduğum kadarı ile bu yöntemde arıcılığa başlamak için alacağınız ana veya kolonilerinde ilaçlama yapılmayan bir yerden gelmesi gerekiyor. Tabii şu an için bizde mümkün değil. Geçiş Süreci yazımı bir okuyun. Belki bir başlangıç olabilir.

Doğal yöntemle eğer kovanda ana memeleri oluşmuşsa, koloninin de hayatını tehlikeye sokmadan bunlar kullanılabilir ve başka bir kovana ayrılarak kullanılabilir. Zaten ana arı üretimi diye bir şey bu felsefede yok. Eğer doğal oğul veya ana arıyı değiştirmek için memeler yapıldıysa bunlar kullanılıyor.

Devletimiz bütün destekleri kessin,sadece erkek arı gözlü kapalı çerçeve getirenlere ödeme yaparak destek olsun.

Olabilecek şeylere kafa yormak lazım…

Devlet kim?

Erkek gözleri nereye götüreceğiz?

Sistemin nasıl çalışaçağı kolay yola düşülsün bir kere.

Tarıma götürürüz,keser parçalar geri verir,onaylar desteği.

Beni görevlendirsinler varroayla mücadele etmeyen arıcı olmasın.

Michael Bush’un web sitesini baştan aşağı okudum. Beesource’da da sürdürülebilir arıcılıkla ilgili birçok konuyu okudum. Evet konunun özü hiç ilaç kullanmadan, güçlü ırkların doğal seleksiyon ile çoğalmasına dayanıyor. Avrupa ve Amerikada bunu başarmış arıcılar var. Tabi uzun sürelerde bu işler başarılmış. Büyük arı kayıplarını da kabul etmek gerekiyor. Benimde ileride varmak istediğim nokta bu, en ağzından denemek istiyorum.

Arıcılığa geçen yıl başladım, şu an kışı çıkartmak üzere olan bir kovanım var. Baharda bölme yapıp 2 kovana ulaşacağım. Mahalle içinde baktığım için 2’nin üstü komşular için tehlikeli olur ;D. Demek istediğim tam olarak “treatment free bees” yani kimyasılsız bir kovan şu an benim için hayal :-\ çünkü zaten 2 kovanım olacak ve onları kaybetmeyi göze alamam. Ancak yapabileceğim şeyler var… Örneğin kesinlikle bu yıldan itibaren arılara temel petek vermeyeceğim, bırakacağım istedikleri gibi kendileri örsünler. Çünkü arıların zaten işi bu… Varroa çok büyük bir düşman! Tamamen yok etmek de maalesef imkansız. Bu yüzden varroa seviyesini düşük tutmak için bal hasatından sonra bir kez pudralama yapacağım. Daha sonra uygun bir havada da Oksalik asit damlatma. Mr. Bush bir yazısında; “ben ilaç kullanmıyorum ancak varroa seviyesi çok artarsa pudra şekeri kullanırım, o da işe yaramazsa oksalik asit kullanırım diyor.”

Ancak 30 kovanım olsa kesinlikle 5-6 tanesini geleceğin bağışıklık sistemi güçlü, varroa sayısını kendisi kontrol edebilen arı ırkına erişmek için ayırırdım. İlerde arılığımı kurduğumda bunu yapacağım. Çünkü bunu başarabilmiş çok insan var… Şimdi yavaş yavaş daha temel şeyler öğreniyorum.

 Çok fazla tecrübe etmedim ancak doğal yollarla üretilen, yapay bölme anaları veya doğal oğul anaları, hazır analara oranla yağmadan tutunda kovan düzenini daha etkili sağlıyorlar diye düşünüyorum.Doğal hastalıklara ve diğer zararlılara karşı nasıl karşı koyabildikleri arasında bir fikrim yok.Geçen sene aldığım 2012 yaşlı hazır analarımın bu sezondaki performanslarını gözlemleyeceğim.
     Tabiki bu gözlemlerin beş on arıyla yapılması yazdıklarımı speküle düşünceden öteye götürmez.

Yüz ve daha yüksek sayıyla denenen kolonilerle gerçekleştirilen gözlemler bir fikir ifade edebilir.

İlçe Tarımlar bu işi yapsın, ben arıcılığı bırakırım…

Bunu başarabilmiş çok insan olabilir.

O insanların bulunduğu ortamlar ve arıcılığa bakışları önemli…

Aynı adamları bekleriz, bizim bölgeye…

tarım birlikleri daha nerde olduğumuzu bilmiyo arıcılık bölümü tarımda neredeyse yok sayılıyor

Mesajlara bakıyorumda varroa sadece ana arı üzerinde yaşayabiliyormuş gibi bir intiba algılıyorum, varroa tüm kolonideki arıların üzerinde yaşıyor olduğunu unutmamalıyız. ???

Halil abi, mantıken düşündüğüm zaman; bir birinden çok farklı olan Amerika, İngiltere, İsviçre ve Almanya’da bunu başarmış kişiler var ise bizde yapabiliriz. Aslında konunun özü yer ile ilgili değil, arılara nasıl baktığın ile ilgili… Güçlü olan yaşar ve ırkını devam ettirir…

5 yıl içinde istenilen sonuca ulaşacağımdan emin olsam (gezgin olduğunuzda, bu daha da zorlaşır diye düşünüyorum) hiç düşünmeden kolları sıvardım…

Varroa ve virüsler, mantıken düşünmeye engel bizim bölgelerde…

Sadece bir çözümü var.

Gezgin arıcılığı 3 yıl komple yasaklasınlar küçük bölgesel yer değiştirmeler hariç…

O 3 yılın sonunda bunları konuşabiliriz.