Permapikültür - Geçiş Süreci

Arjantin’li Oscar Peron bu permapikültür deyimini ortaya atan ilk kişi sanırım.
Permanent: Kalıcı, süre gelen, devamlı, sürdürülebilir.
Api: Apis - Arının latince ismi.
Kültür: Bu işin hayat felsefesi olarak benimsenmesi ve inanılması.

Arı yabani bir böcek, doğanın şartlarına göre evrim geçiriyor ve yöreye alışıyor. Çiçekleri tozluyor. Tarıma katkısı büyük. Doğaya olan katkısı ise çeşitliliği sağlaması. Arıcılık, bu yabani böcekten yararlanma yollarını ve sonuçta bal gibi bir ürünün ticari olarak üretilmesini olası kılmış.

Tarımda permakültür uygulaması ise ürünle ilgilenmiyor, toprağın verimliliği ile ilgileniyor. Ürün, zaten toprağın ve eko sistemin doğal döngüsüne girdiğinde çok çok geliyor. Japon Fukuoka ilk bu olayın farkına vardığında kışın çavdar ve bahar da pirinç yetiştirdiği tarlalara yoncaları da ekleyerek toprağa yardımcı olmaya çalışmış. Öyle toprağı su altında filan da bırakmamış. Yüzyıllardır gelen geleneksel yöntemi değiştirmiş yani. Yonca toprağın azot seviyesini ayarlıyor, verimliliği yükseltiyor. Hasattan sonra pirinç ve çavdar sapları da toprağa geri veriliyor. İlaçlama gübreleme filan yok.

Bu bağlamda bizim “nadasa bırakma” yöntemi iyi bir şey aslında. Anızları yakmakta belli bir yarar sağlıyor ama yakılmasa da gelişi güzel toprağın üzerine serpilse daha iyi olurmuş.

Fukuoka bir tür kurtçuk olan bir pirinç zararlısını incelerken farketmiş ki bu kurtçuk aslında zayıf pirinç saplarına saldırıyor. Dolayısı ile zayıflar ortadan kalkınca kuvvetli pirinç fidanları daha fazla şansa sahip (aldığı güneş ile orantılı). Bu zararlının dadandığı tarladan gelen pirinç miktarı ile ilaçlanmış tarladan gelen pirinç miktarı eşit çıkmış.

Kendisi de bilim adamı olduğu için bu sonuç karşısında hayrete düşmüş.

Doğada her canlının bir avcısı var. Ve pek çok eko sistemde bunlar dengeli olarak yaşayabiliyorlar. Tabii ki insan tarafından ellenmezse. Bir kere bozulursa bu dengeyi tekrar yakalamak zor. Ama bir yerlerden düzeltmeye başlamak lazım. 10 sene sonra arı diye bir şey kalmayabilir. Yada ana arı üreten firmalara bağımlı hale geliriz. Çilek çiftçileri gibi her sene yeni çilek fidanları ile başlamak istemeyiz. Bağımlılık sürdürülebilirliğin tam tersidir. Doğa bize yaşamamız için her şeyi sunarken açgözlülük ile bizim bunu kötüye kullanmamız anlamsız.

Sürdürülebilir tarımın maliyeti ucuzdur, çünkü zirai ilaçlar, kimyasal gübreler, tohum gibi giderler yoktur. Pek çok tarım makinesi de gerekliliğini yitirir. Çoğu iş elle ve el aletleri ile yapılır. Toplum içinde yardımlaşmayı destekler; bizim imece usulümüzü de desteklediği için psikolojik yararları da vardır. Mutlu toplum sağlıklı bireyler yetiştirir, suç oranı azalır, refah artar. Bu psikolojik yanı tez konusu bile olabilir. Sürdürülebilir arıcılık da aynı bağlamda ucuzdur.

Sürdürülebilir tarım zamandan kazandırır. Tarlada bahçede yapılacak işler en aza indirilmiştir. Doğa kendi döngüsünde gider. Sizde ailenizle ve sevdiklerinizle geçirecek bolca vakit bulursunuz. Sürdürülebilir arıcılık da zamandan kazandırır, kovanı yılda bir kez açtığınızı düşünsenize.

Sürdürülebilir tarım ile üretilen ürünlerin besleyici nitelikleri çok daha iyidir. Kimyasallar ile karışmadığı için daha da sağlıklıdır. Tabii bunu normal insanların anlaması çok zor. Ayrıca düşük gelirli vatandaşın da derdi besleyicilik değil, karnı tok tutmak. Bal da doğal olarak üretildiğinde içinde antibiyotik, kimyasallar ve saire olmaz.

Sürdürülebilir tarım ile üretilen ürünlerin daha ucuz olması gerekir. Fakat piyasanın arz talep eğrileri henüz buna cevap verecek durumda değil. Organik dedin mi fiyat iki katına çıkıyor; balda da durum aynı ama kara kovan balı neden daha pahallı? Bence normal baldan daha ucuz olması gerekir. İşçiliği az, gideri az, kovana, çerçeveye, temel peteğe para vermek yok. Tek dayanağı balın miktarının az oluşu olabilir ama kara kovan sayısını çoğaltarak bunu dengelemek mümkündür.

Sürdürülebilir tarım bir döngüdür. Sadece tarım yapılmaz. Bir kaç inek ve tavuk gübre üretir, gübre toprak da kullanılır. Toprak besin üretir ve canlıları besler; arılar bitkileri döller. Gübre ile gaz dahi üretmek mümkündür. Hayvanların sütlerinden yoğurt, peynir yapılır. Peynir altı suyu gübre olur yada biyogaz üretiminde kullanılır. Üretilen ürünlerin fazlası satılır, gelir kapısı olur. Kalan bitki artıkları kompost yapılarak çürütülür, toprağa geri döndürülür. Doğal arıcılık yapılır ve tozlaşma ile ürün kapasitesi arttırılır. Çoğalan ürün gelire dönüşür. Üretilen zararlı gazların miktarı düşer, petrol bağımlılığı azalır. Çevre kirlenmez, atmosfer delinmez. Gelecek nesillere yaşanabilecek bir Dünya bırakılır.

Üretim sunni olarak arttırılmaya çalışılmaz. Pazar payının en büyüğü kapılmaya çalışılmaz. Sayısı fazla, küçük üreticiler zaten topluma yeterli oranda yiyecek üretir. Küçük üreticinin tek derdi kalitedir. Ürünün kalitesi sırf kapasiteyi arttırmak için düşürülmez.

David Heaf kitabında arıcıyı tanımlarken:

  • Doğa ile iç içe yaşayan,
  • Arıya mümkün olan en iyi yuvayı veren,
  • İlaçlama, besleme, yönetim gibi konuları ise hiç yapmayan,
  • Temel petek olmadan,
  • Muhakkak eko tipler ile çalışan,
  • Kontrolleri yılda bire indirerek arıya en az zararı veren bir arıcıdan bahsediyor.

İnsan doğanın bir parçası, doğa ile iç içe yaşayan bir diğer canlı. Doğaya karşıt gitmesi düşünülemez.

Yani şöyle düşünün, bir ağacın kovuğuna bir koloni yerleşmiş, siz her yaz sonunda gidip bir miktar balı alıyorsunuz. Tabii ki bunun ekonomik bir yanı yok gibi görünüyor. Bu işden gelir elde etmeyi düşünüyorsanız, halen daha bu prensiplere uyarak bir kaç değişiklik ile ticari arıcılık yapmak da mümkün. Roger Delon örneği gibi.

Tabii konvansiyonel arıcılık yapanların bu sisteme birden bire geçmesini bekleyemeyiz, zira ürün, koloni ve gelir kaybı en üst safhaya çıkar. Zaten bu söylenenleri birden bire değil adım adım uygulamak daha yerinde olur.

Eğer doğal, organik arıcılığa meraklıysanız ve başka gelir kaynaklarınız varsa bu sistemleri uygulayın.

Geçiş Süreci
Langstroth kovanlarla doğal arıcılığa geçiş süreci için ben şöyle düşündüm.

Kolonilerinizin bahar başında en kuvvetli olanlarından 2 tane seçin.

Yatay misina gerilmiş 10 tane çerçeve hazırlayın. Bu çerçevelere başlangıç olması açısından oluklarına balmumu dökün.

Seçilen kolonilere beşer çerçeve vererek 1 kuluçka bir boş olarak takın.

Arıları arada bir kontrol ederek peteklerin düzgün örülmesini sağlayın.

Buradaki amaç tüm kuluçka peteklerinin doğal örülmüş peteklerle değiştirilmesi.

Yeni petekler örüldüğünde, eskileri yukarıdaki kutuya alın ve aşağıdaki yeni örülmüş peteklerin arasına bir takım daha misinalı çerçeve verin.

Bu arada ısırgan otlu şerbet ile destekleyebilirsiniz ve gerekli tüm ilaçlamaları da yapın. Başlangıçta ilaçlamayı kesmiyoruz. Zaten arı da şaşırabilir. Arıya gücünü zaman içerisinde kazandıracağız.

Doğal olarak arılar kuluçka bölgesini girişe yakın yaparlar ve yuvanın üst kesimlerini ise bal stoğuna ayırırlar.

Eğer kuluçkadaki tüm petekler örüldü ise altına bir 10 çerçevelik kutu daha ekleyin. Misinalı ve oluğunda balmumu olan çerçeveler. Temel petek yok.

Gidişatı kontrol ederek petek örülmüş mü kontrol edin.

Tüm kuluçka bölümü (tahmini 3 kat) bu şekilde doğal peteklerle değişene kadar bu işleme devam edin.

Ana arı ızgarası kullanılmaz. Ana arı zaten belirli yerleri geziyor.

Ek katlar sürekli alttan veriliyor. Üstten ise sırlanmış, ballı (kuluçka olmadığına emin olduğunuz) kutular alınarak sağılıyor. Sağılan petekleri gene üst katlarda geri verebilirsiniz ama 2 senede bir tüm peteklerin değişmesini sağlamanız gerek. Zaten hijyen açısından bu gerekli.

Petek döngüsü normal hale geldikten sonra ilaçlamayı önce bir koloni de yavaş yavaş azaltın.

Varroa sayımı yapın ve her iki koloniyi de güç bakımından değerlendirin. Diğer hastalıkları da kontrol edin. Güçlü koloninin hastalıklarla ve Varroa ile başa çıkabilmesi gerek.

Kontrolleri mümkün olduğu kadar az yapın. Her kontrolün arıya zarar verdiğini unutmayın.

Langstroth kovanların çatı tasarımını değiştirip 10cm kalınlığında ve içinde cam yünü gibi bir izole malzemesi olan kutu ile değiştirin. Bu kutu tamamen kapalıdır ve görevi çatı üzerindeki ısı ile altındaki ısıyı birbirinden ayırmasıdır. Çatıyı yağmura karşı koruyacak boya veya plastik bir kaplama da koyun. Çatı içine fare veya diğer haşeratın girmemesi için tamamı ile kapalı olmasına dikkat edin. Nemli yükselen sıcak havanın çatıda damlacık oluşturmaması gerekir. Eğer çatının yalıtımı iyi ise bu olay gerçekleşmez.

Çatının bu yalıtımı ayrıca ses yalıtımı da sağlar. Kolonilerin çarpan yağmur veya dolu sesi ile tedirgin olduğu gözlemlenmiş. Koloninin stresi arttıkça savunma mekanizması da zayıflıyor. Dış etkenleri ne kadar azaltabilirsek koloni o kadar mutlu ve güçlü olur.

Burada tek problem kovan duvarlarının inceliği kalıyor. Eğer 25mm’den ince duvarlar varsa bunları değiştirin.

Langstroth kovan boyutları normal salkım boyutlarından çok daha fazla büyük olduğu için ısıtılacak hacim genişliyor. Fakat arıların bu kadar alanı ısıtması olası değil. Özellikle kışın sıcaklıklar sıfırın altına düştüğünde 30cm çapındaki salkımda 24oC olan sıcaklık iç yan duvarlarda hala sıfırın altında olabiliyor. Salkımdan yükselen nem, yan duvarlarda damlacık haline gelerek akabilir ve kovan içinde küf ve diğer problemlere sebep olabilir. Hem duvarları kalınlaştırmak hem de kovana öne doğru meyil vermek gerekiyor ki su akıp gidebilsin. Ayrıca kovan kutularını bezir yağı ve balmumu karışımına batırarak hem içten hemde dıştan tamamen su geçirmez hale getirmeniz de önemlidir. Böylece yan duvarların su çekmesi ve küf yapması önlenir.

UYARI: Ben bu yukarıda anlattıklarımı önümüzdeki sezon deneyeceğim. Anlattıklarım son günlerde yoğun olarak okuduğum kitapların ışığında sentezlenmiştir. Tamamen deneyseldir. Eklemek istediğiniz şeyler varsa buyrun.

Gürkan Bey yeni yeni fikirlerle bizleri bilgilendirdiğiniz için teşekkürler.Forumun,dinamik kalması için sizin gibi araştırmacı üyelere her zaman ihtiyacı var. :slight_smile:

Bu konuda iki şapkam ve iki çelişkim var;

  1. Bir çevre bilimci olarak, permakültür ve bu doğrultuda permapikültür desteklenmesi gereken bir konu.
  2. Bir doktor olarakta her vatandaş bala ulaşabilmeli.

Eeee çok ciddi bir çelişki içindeyim…

Çevre bilimci olarak tonlarca bal üretemeyeceğim, hemen hemen her eve bal giremeyecek ve belkide bal çoook pahalı olacak. Ama çevrenin, ekolojinin kurallarına dokunmamış olacağım. Kendi, belkide bir kaç dostun bal ihtiyacını karşılamış olacağım, amcamın oğluna, teyzemin kızına, bal veremeyeceğim. Yada acaba onlara da işlerinin arasında arıcılığı mı öğretmeliyim? Aynı zamanda tavukçuluk, etçilik, soğancılık, koyunculuk öğrenmeleri gerektiği gibi…

Bir doktor olarak ise, bal her eve girmeli, insanlar bal tüketmeli. Bolca bal üretmeli ki, ihtiyaç karşılansın. Buda ancak ensatif üretim ile mümkün (kuralları doğrultusunda, sağlıklı ama permapikültüre ters).

Sonuç permapikültür mü yoksa entansif üretim mi?
Ha bu arada organik arıcılık da entansif bir üretim tekniği ve permapikültüre ters.

Çelişkiler içindeyim.

Gürkan bey, Langs. bizim bölgemiz için dediğimiz teknikte üretim yapmak için çok fazla geniş, mevsimde hem yana hen alta genişlemesi gerekiyor. Kasnaklara temel peteksiz üretim yapılabiliyor ama o özel bir durum

warreler mevsim boyunca alta doğru geliştiğinden müdahale sadece alta, Langs. de bunu ,en azından bizim bölgemizde, yapmak zor.

Yalnız 6 çıtalı lang. kovanlar yaptırdık katlı onlarda deneyebiliriz

Bu doğrultuda bal arılarının çoğalacağını bilsem imalthenden tüm artık lokumları doğaya özenle serperim.

Gürkan bey; denemenizin sonucu nedir acaba?

Ismail adam 2016 dan beri foruma girmemiş.

Merak ettiğin veya öğrenmek istediğin konu var ise yaz birileri cevap verir.